Archive for Eylül 2014

İlİşkİde Yapılan Çılgınlıklar, Maceralar ve Daha Fazlası...

13 Comments »


Böyle bir konuya nerden girdiğimi yazayım ilk olarak. Bilgisayarı kurcalarken bazı eski fotoğraflara ve maillere rastladım. Aralarında zamanında yapmış olduğumuz acayiplere dair ipuçları vardı. Sonra düşündüm, 2.5 sene içerisinde neler neler yapmışız diye? Bunu yazıya döküp hem ölümsüzleştirmek, hem de bu sayede blogla arayı kapatmak istedim. Bu esnada 6 tane mail bile gelmiş, yazmamı isteyenler var. En büyük gazı onlardan aldım, bir de buradan attıkları mailler için teşekkür ediyorum :)

Konumuza girelim. Hiçbir zaman sıradan, monoton bir insan olmadım, olamadım. Hayatımda her daim aksiyonu sevmişimdir. Biraz kafadan çatlak yaşamak lazım bu ülkede, yoksa bu ülkenin gündemi adamı kanser eder. Hayatımı bir kişiyle paylaşmaya başladığım zaman doğal olarak en kıymetli şeyim olan zamanımı da paylaşıyorum. Sabaha kadar Whatsapp'te aptal aptal mesajlaşmalar, telefonda konuşurken 10 dakika süren "önce sen kapat, hayır ölümü kemir önce sen kapat" seansları, buluşup bir parkın bankında mal gibi oturma süreçleri bana göre değil. Çünkü zaman 24 saat ve biz maalesef satın alamıyoruz. Hem de ilişkiyi her daim dinamik tutmakta fayda var. Karşımdaki insan da benim kadar deli olduğu için yerli bir Chuck & Blair modundaydık biz. Canımız ne isterse onu yapıyorduk. Bu uğurda da kendimizi rezil durumlara sokmuşluğumuz da var, başımıza acayip şeylerin gelişi de. Neler mi? buyrun:

1. Film izlediğim bir akşam bana mesaj attı beyefendi. Genelde bir şey izlerken rahatsız edilmeyi sevmem ama insanın sevgilisinin ayrı bir yeri oluyor tabi. Durup duruken şunu yazmış:

"Sana çiçek aldım"

İyi bok yedin yani, ne alaka lan? Saat akşam 9, sen evinde ben evinde. Ne çiçeği? Ben de "Niye?" diye sordum. "İçimden geldi" dedi. İçinden gelmesin canım yazacaktım ama yazmadım. Konuşma burada bitti, ben filme döndüm. Yarım saat sonra aradı beni. 

"Çiçeğini almaya gelmeyecek misin?"

"Götümü kaldıracak halim yok. PES, FIFA alsan kaldırırdım ama" Bildiğiniz taşak geçiyorum yani.

"Kapının önündeyim, gel çiçeklerini al"

Çüş, oha! Arabasıyla bizim sitenin içine girmiş, ki güvenlik telefon ederdi gelenleri, artık nasıl ikna ettiyse anlamadım. Balkona çıkıp baktım, ciddi ciddi gelmiş. Bizimkilere hava almaya çıkıyorum dedim, pijamayla aşağı indim ahhdhd. Bu beni öyle görünce gülmeye başladı, sanki daha önce hiç pijamayla görmedi. Yolda gelene kadar 3 demet daha çiçek almış, yemin ediyorum hala hatırlarken bile utanıyorum. 

Bunlar ne lan diye çıkışmak istedim, bu aldı çiçekleri attı resmen üzerime. Hayır, Allah'tan etrafta kimse yok. Sakallı herifin teki sakallı başka bir herife 4 demet çiçek veriyor, görseler durumu nasıl açıklıcam ahaha... 

Aldım çiçekleri, arabanın içine fırlattım... 

"Ulan sevmediğimi biliyorsun, ne diye aldın?"

"İçimden geldi, ne öküzsün?"

"Alma, çiçek miçek alma... Yakında mum ışığında yemek bile yeriz herhalde"

"İçimden gelirse YİYECEĞİZ!!!"

"NAH YİYECEĞİZ!!!"

Görmüş olduğunuz gibi burada öküz biraz ben oluyorum, evet! Bu çiçekleri veriyor, ben eziyorum. Evimin önünde en son çiçekleri yere atıp üstünde tepiniyorum. Sonra bu tuttu beni bloğun içine soktu. Tartışıyoruz böyle. İkimiz de geveze, susmak yok asla...

En son asansöre girdik, en üst katın düğmesine bastık ve öpüşmeye başladık! Artık kavga sonrası sevişme klişesi mi dersiniz, ne dersiniz bilmiyorum. Tek bildiğim asansörde sevişmenin HARİKA bir şey olduğu! Biz böyle 2 kere inip çıktıktan sonra bizim kattan birisi asansörü çağırmış. Haberimiz yok ama! Devam ederken asansör yavaş yavaş durdu, katın sayısına bakmamla üç buçuk atmam bir oldu. AMK bizim kat lan! 

O an nasıl olduğunu bilmiyorum ama ışık hızıyla üstümü başımı düzeltiyordum, bir yandan da benimkine vuruyordum hahsgds. Tam kapı açıldı, karşımda babam! Çöpü kendisi dışarı atmak için asansörü çağırmış. Bizim gözler tabi faltaşı gibi. Oğlum ne yapıyorsun filan dedi, ben de hayatımda teklediğim nadir anlardan birini yaşadım. Dışarıda arkadaşıma rastladığımı, beraber eve geldiğimizi filan söyledim. Allah'tan bu asansör niye yukarıdan geldi o zaman gibi bir soru sormadı. Dalgındı herhalde, yoksa sıçmıştık.

Ve benimki ailemle bu şekilde tanıştı. O akşam iki saat sohbet ettik, ezilmeyen çiçekleri aşağı inip topladı, bir de üstüne getirip anneme verdi. "Sizin için, size layık değil ama" diyerek de annemin gönlünü çaldı puşt ahaha.. Bizimkiler çok sevdi, en kısa zamanda yeniden davet ettiler. Yatıya kalmasını söylediler ama ben resmen kovdum. Giderken pişkin pişkin "en kısa zamanda kalmaya gelcem" dedi. Kaldı da wuhuuu! :p


2. Benim ailemle uzun uzun tanışma kısmını yazdım, hatta şimdi bakıyorum da gereğinden uzun olmuş :D Ben de onun ailesiyle yine rezil bir durumda tanışmıştım. Onların evindeyiz, havuzunda yüzüyoruz. Daha doğrusu bana yüzme öğretiyor, ben pek beceremem de. Arada sırada da elliyor tabi, ders yalan oluyor. Sonra deve güreşi moduna girdik, ben bunun sırtına çıktım. Suratıma su fırlatıyor, gözlerimi kapatmışım. Gözlerimi açtığımda karşımda bir kadın, bir adam ve bir kız gördüm! O sırada dengeyi kaybettik ve havuza gömüldüm. Ben de annesi, babası ve kız kardeşiyle böyle tanışmıştım. Aile konusunda rezil başlangıçlar yapıp güzel bir yola geçmiştik. 

3. Maçka Parkı'nın oradaki süs havuzuna fırlattım bunu. Neden fırlattığımı hatırlamıyorum, canım sıkılmış olabilir jahhdfjsd...

4. Beraber resim sergisine gidip fular takarak aptal resimler karşısında aptal aptal yorumlar yaptık. Birilerini sanat eleştirmeniyiz diye kekledik. Kübik resimler üzerine Hıncal Uluç vari konuşabilirim istediğiniz zamanda. Nü pozlar verebiliriz diye dolaşmamız da vardı, fazla şarabın yan etkileri.

5. Beraber ev bakmaya gittik (öylesine), emlakçılardan biri cadaloz karının tekiydi. Sarışın İzmirli teyzelere benziyor aynen. Kırmızı rujlu modelinden hani... Hakan evi çok beğendiğimizi ve tutmak istediğimizi söyledi. Denyo bir de yanında para getirmiş, 6 aylık kira ve depozitoyu karının eline tutuşturdu. Benim bunlardan hiç haberim yok. Sonra da karının yanında dudağıma yapıştı. Harika bir evimiz olacağını ve ileride evlat edineceğimiz çocuğumuzla mutlu mesut yaşayacağımızı söyledi. Kadın güle oynaya, ağzının salyaları aka aka aldığı paraları inanılmaz bir hızda geri verdi ve son donakaldı. O telaşı, o ağzının hareketsiz kalışı, gözlerinin pörtleyişi hala aklımda. Hortlak gördü sanki orospu. Tabi evi vermedi, biz de o balmumu heykeline dönmüş hareketsiz dururken yavaştan kaçtık.

6. Avrasya Maratonu'nda arkadaşlarla beraber koşup Boğaziçi Köprüsü üzerinde piknik yapmamız. Bir dolu güzel fotoğraf çektik, bizim getirdiğimiz yemekleri de Hakan'ların mutfağında yapmıştık. Daha çok o yaptı tabi, ben tüketim canavarıyım :D Sonra Boğaz Köprüsü'nü onun omuzlarına binerek geçtim. Beni omuzlarına almayı seviyordu nedense. Gerçi 80 kiloluk bir erkeğim, ama o da güçlüydü. Nema problema!

7. Fransa maceramız! Bu baştan aşağı acayip bir maceraydı zaten, ileride uzun uzun anlatacağım. Zorla beni operaya götürdü, sonra da operadan çıkan Türk tur kafilesinin otobüsünün önünde Ankara'nın Bağları çalmaya başladı, hepimiz de oynadık. Takım elbiseyle Ankara'nın Bağları, Paris'in ortasında! Nereden baksan manyaklık oluyor hahsdghhs...


8. Beraber Shameless izlediğimiz bir gün suratına yumruk atmıştım. İnanın o anki ruh halim çok manyakmış. Ian x Mickey benim şu dizi alemindeki favori eşcinsel çiftimdir. Bayılıyorum, haklarında fan fiction yazmışlığım bile var hani. Onları bayağı sevdiğimi söylemiştim, biz de böyle olalım demiştim. Olalım da ev mi soyalım lan diye cevap vermişti. Yok yahu tutkuları, şehvetleri harika gibisinden zırvalamıştım. Tamam ulan olalım gibi bir şey dediğinde de suratına yumruğu çaktım. Sanırım kendisini Mickey'e benzetmeye çalıştım. Malum onun suratında sürekli irili ufaklı yaralar oluşuyor ya hahdghshd. Senin amına koyim ben diye bağırmıştı hahaha. Sonra bayağı bir öperek, baştan çıkararak kendini affettirdim tabi. O günün akşamı beraber dışarıda yürürken "Bir deliye aşık olduğumu biliyordum" demişti. Yerim lan, başkaydı o.

9. İleride ölümden filan bahsediyor bu, bana da sordu ben öldükten sonra naparsın diye. Ben olayı direkt Yeşilçam'a bağlayıp şunu demiştim: "Avukat tutup evini, arabanı ve paranı üzerime almaya çalışırım" Bazen çok rezil olabiliyorum, ama sadece iş duygusala bağlandığında. Ondan sonra 3 gün Yeşilçam modunda gezdik. Bunun intikamı olarak meşhur tokat sahnesini gerçekleştirdi bana hırbo... 

10. Bunun Çatalca'da bir yazlığı vardı, şehir dışına çıkmadan kafa dinlemek için ailesiyle yazın bazı zamanlarda gidiyorlardı. Yılbaşında beni götürdü oraya, beraber keyif yapalım, yeni yıla girelim diye. Isıtma sistemi bozulmuş, hem benimki, hem de siteye bakan kişi yapamadı. Zaten sitede bir biz, bir de o görevli var. Çatalca'nın bir köyünün ta dışındayız, benim Avea çekmiyor bile. İşte evde Ufo filan bulduk, şömineyi de yaktık. Saat 8 gibi, eğleniyoruz, koca villanın her yerinde sevişme filan, ilerleyen saatlerde daha yakın temas. Bu manyak gidip Face'e yazmış nerede olduğunu filan. Saat 10 gibi bir sürü arkadaşı geldi eve amk! Battaniye altında oynaşıp keyif yaparken kapı bir çaldı, yerimden sıçradım. Hava da gayet soğuktu hani, o sırada bu kapıya bir açtı "Sürpriz!!" diye çığıran bir topluluk ve soğuk hava girdi içeri. Ha siktir noluyor diye bağırmıştım ama o ses hangamesinde kayboldu gitti. Selin beni görünce "Ben demiştim gitmeyelim, al batırdık" diyerek özür diledi. Sorun değil filan derken getirdikleri içkiler, kuruyemiş ve yiyecekler ile biraz olsun şaşkınlığım gitti haha. Direkt kendimi yemeğe verdim. Üst kata çıkarttım bunu, ağzına sıçtım. "Söz telafi edicem" dedi, etti de. Bkz: 7. madde

---

Daha anlatmadığım durumlar da var tabi ama yazı zaten yeterince uzun oldu. Biz böyleydik, biz böyle iyiydik be. Ama ne demiş Nelly furtado ablamız "Her güzel şeyin bir osnu var" Şunu sorarak yazıyı bitireyim.

Sizin başınıza gelen acayip, ilginç olaylar neler? Eminim ki gayet orijinal olaylar yaşamışsınızdır :)

[GHH]

Ev Sevmedİğİm Mİlletten En Sevdİğİm İnsan Çıktı

16 Comments »


1. Bölüm

Bugün size hayatımda yaşadığım en dolu dolu ilişkiden bahsedeceğim. Yazdığım, çizdiğim, çektiğim, poz verdiğim bir sürü anı var ama burada da olmasını istedim.

Hayatım boyunca geceleri o bar senin, bu bar benim dolaşan insanlardan olamadım. Evde içmeyi, evde müzik dinlemeyi, evde kafayı bulmayı tercih ettim. Bu yüzden bar ya da club ortamında biriyle tanışma olayım benim için oldukça sınırlı. Buna rağmen hayatımda tanıştığım en kafa, en harika, en uyumlu, en güzel insanla Tekyön'ün önünde karşılaşmıştım.

Yıl 2012. İlhan diye bir arkadaşım var, o zamanlar Ankara'da okuyordu. Tatilde İstanbul'a ailesinin yanına geldiğinde bana telefon açtı, görüşelim filan dedi. Birkaç arkadaşı daha var, ekibi toplamış bara gideceğiz, sabaha kadar eğleneceğiz. Ben de bir değişiklik olur diye kabul ettim. Süslendim, püslendim (üzerimde beyaz bir tişört vardı, ne süslüyüm ne süslüyüm aha) yola koyuldum.

Akşama doğru Taksim'de buluştuk. Toplam 5 kişiyiz. İlhan'la Hasret gidermeler, diğerleriyle tanışmalar, dedikodular, yaşanmışlıklar filan derken geyiğin dibine vuruyoruz. Gayet eğlendiğim saatler. Bir de İlhan o gece için biriyle konuşmuş, ilk defa buluşacaklar. Adını unuttuğum bir gay cafe vardı, bu Gabile'nin barının olduğu sokağın sonundaydı, 12'ye kadar da orada takılıp bir şeyler içmiştik. Sonra gittik bara, uzatmıyorum buraları çünkü bir bok yok. 


Oldum olası yüksek sesli mekanları sevemiyorum, yaşım 24 değil de 74 sanki. Dans etmeyi sevem bir yanım da yok, çünkü oldukça komik gözüküyorum dans ederken. Ben kenardan oturup içkimi içerken millet bir anda dağıldı. Kaldım tek başıma, etrafı gözlemliyorum. 18 yaşında bile göstermeyen, sakalı olmayan bir çocuk 55 - 60 yaşlarındaki bir adama kucak dansı yapıyordu karşımda. Ağzım açık kalmıştı, görüntüyü hala unutamam. Haplandığı belli olan bir genç hayatımda gördüğüm en abuk subuk hareketleri yaparak dans pistinde çılgın atıyordu. Bir sürü kişi öpüşüyordu, bir sürü kişi konuşuyordu. Ortam panayır gibi, ne ararsan var. İnanılmaz da kalabalık. 

1 saat kadar dayanabildikten sonra tuvalete gitmek istedim, tuvaletin içini gördükten sonra geri kaçtım. O sırada tuvaletin önünde bizim ekipten iki çocuk bayağı bir öpüşüyordu. Kendilerini iyice kaptırmışlar, kimseyi umursamadan yiyişiyorlar. Bunaldığımı hissetim, biraz dışarı çıkayım derken bir el popoma yapıştı. Adam bildiğin avuçladı ve sıktı götümü lan! Ters bir şekilde döndüm, onun da zaten dünyası dönmüş. Elini sertçe çekerek o kalabalıkta kendimi dışarı tam atmıştım da bir yere takıldım ve elimdeki cep telefonu uçtu. Her zaman reflekslerim iyi olmuştur, cep telefonunu havada takip ederken ani bir hareketle yere düşmeden yakalayıverdim. Kendimle gurur duyma seansı yaşadığım sırada yan taraftan bir alkış sesi geldi. Üstüne bir de yüksek sesle "Bravo!" Şöyle bir döndüm, biri beni alkışlıyor. 

İlk cümlesi "Mükemmel yakalayıştı" oldu. Bana kurduğu ilk cümle bu olmuştu. Gözlerimi gözlerine diktim, gözlerinde denizi gördüm. Öhöm öhöm, hiç böyle cümleleri sevmem haha. Sakalı, bıyığı, yüzü, gözü, yanağı, saçları, gamzeleri, dudakları ve daha fazlası... Gel beni ısır, ye diye haykırıyordu resmen. Genelde sempatik ve güleç yüzlü insanlar benim tipimdir ama bunda hem sempatik hem de sert bir taraf vardı. Lokum resmen!

Onun cümlesinden sonra ben de "Teşekkürler" dedim. Bu da benim ona kullandığım ilk cümle olmuş. Bırt kaldı yanında resmen. Salaş, ama tarz bir şekilde giyinmişti. Hipsterlık ya da Bülent Ersoy uçluğunda değil asla. Kendine ait bir tarzı olduğu belli oluyordu. Hiç yüzük takmamıştı ama 2 tane kolyesi ve sol elinde 5 - 6 tane bilekliği vardı. Sağ bileğinde ise küçük bir dünya haritası dövmesi vardı. Elini uzattığında görmüştüm, yakışıyordu.





İsmi Hakan ve ilk defa Tekyön'e geliyormuş. Ben de ilk defa gelmiştim. Fransız ismi de vardı ama onu boşverin. Onu kendime saklayayım. Galatasaray Üniversitesi'nde okumuş, sonra da Fransa'da yüksek lisans yapmış. O zamanlar son sınıftı... Annesi Fransız, babası Türk'müş. Fransa'da doğmuş. 14 yaşında İstanbul'a gelmiş.Türkçe'si gayat güzeldi, aynı zamanda Fransızca'yı da çok iyi konuşuyordu. Benim gibi sıkılmıştı, yüksek müzik ve bu deni kalabalık ortamı o da sevmiyormuş. Aklımda o anda Fransa ve Fransızlarla ilgili esprileri dolaşıyordu. Ciddi anlamda nedenini pek bilmediğim bir şekilde sevmediğim bir millet olmuştu Fransızlar. Tabi şimdi seviyorum orası ayrı.

Biz Tekyön'ün önünde 15 dakika filan böyle genel bir muhabbet ettik, tam dayanamayıp Fransızlarla ilgili bir espri yapacakken İlhan'ı gördüm. Tuvaletin önünde öpüşen ekipten iki çocuk ve tanımadığım biri de yanındaydı. Tam o sırada çocuklardan biri bayağı bir kustu. Fazla kaçırmış sanırım. İlhan "Eve götürüyoruz, hep beraber gidelim, sonra geri geliriz" dedi. Her şey bir anda çok hızlı oldu ve ben bir şey diyemeden Hakan'ın yanından ayrıldım. Arkamdan şaşkın gözlerle bakıyordu. İlhan'a beni çekiştirme diyorum ama durmuyor bile. Şaka gibi gidiverdim öyle.

Otoparka geldik, arabaya bindik ve Kartal'a doğru yola koyulduk. Çocuklardan birinin evi oradaydı ve ikisini de oraya bırakacaktık. Arabaya bindiğimizde Hakan'la iletişime geçecek hiçbir bilgim olmadığı aklıma geldi. Telefonunu almamıştım, ona nasıl ulaşacaktım? Bu düşünce beynimi kemirip duruyordu. Gayet sıcak duygular hişssettiğim bir insanla tüm ilişkim 15 dakikalık ayaküstü bir sohbetten ibaret olamazdı.

Arabayı süren İlhan'a gaza basmasını söyleyip durdum. O sırada ekibin son üyesi ortada yoktu, onun yerine İlhan'la tanışmaya gelen çocuk vardı arabada. Ve resmen bana sırnaşıyordu. Elimi tutuyordu, parmaklarıma bakıyordu, kafasını yaslıyordu, iltifat ediyordu. Zaten hep böyle olur. Gelmez gelmez gelmez, geldi mi de birden fazla geliverir amk! Bir yandan Hakan'ı düşünüyorum, bir yandan daha hızlı sürmesi için İlhan'a bağırıyorum, bir yandan da yanımdaki şırnaşığın eline koluna hakim olmasını sağlamaya çalışıyorum. Sinir krizinin eşiğindeki GHH!!!

Kartal'a vardık, evi de amma uzaktaymış şeronun! Arabadan iner inmez bu sefer de öteki kustu. Bir de yere düştü. Bunların yanına şırnaşığı bıraktık, İlhan'la nöbetçi eczane aramaya başladık. Aradık durduk, en sonunda bulduk. İlaçları alıp geri döndük. Çocuklarla ilgilendik, soyduk, yatağa yatırdık, başlarında bekledik derken şırnaşık "Geri dönmeyelim, benim evim yakın. Hem geç oldu, bende kalın dinlenin" gibisinden bir şeyler zırıldadı. İlhan'ın bu fikre sıcak yanaştığı görünce kesin bir dille geri döneceğimizi belirttim. Şırnaşık bunu duyup inat edince o zaman "kendisini de eve bırakmalarını, zaten İlhan'ın o gece çağırdığı halde onla ilgilenmediğini" söyledi. İtiraz etme hakkımı doldurduğum için, bizim Pezo İlhan'a kızıp Pendik'teki evine götürdük şırnaşığı. İnerken bir de bana "Sen de gel, kimse yok. Eğleniriz bol bol" demişti. Cevap olarak suratına kapıyı setçe kapatmıştım. Beyaz atlı prens varken sikişi düşünecek değildim. Düşünecek olsam da beyaz atlı prensle düşünürüm. Başkasıyla buluşmaya gelip başkasıyla ilgilenen ve hiç cümle bile kurmadan seks olayına giren biriyle değil.

Tekyön'den ayrılalı iki saat olmuştu ve benim içimde hiçbir ümit belirtisi yoktu. Saat 4 olmuştu, gecenin sonuna yavaş yavaş geliyorduk. Ama gitmek istiyordum, ne olursa olsun gitmeliydim. İlhan "Ben pek gitmek istemiyorum, geri dönmeyeceğim. Gel bende kal" deyince bütün ümitlerim suya düştü. İtiraz bile edemeden Maltepe'deki evine geldik, o girer girmez benim yatağı hazırladı, sonra da yattı. Saat 4.30'du ve gözüme uyku girmiyordu.

Beynimin sesini dinlemek yerine kalbimin sesini dinledim. Sessizce kalktım, arabanın anahtarlarını aldım ve yola koyuldum. Gaza bayağı basıyorum ama hız sınırını geçmemeye çalışıyorum. Köprüden geçtikten sonra arabanın benzini bitiyordu. Bir benzinciye girip benzin aldım. O sırada da İlhan'a uygun bir mesaj çekip neden arabasını aldığımı izah ediyordum. Sonra yeniden yola koyuldum, yolculuğumuzun başladığı otoparka geri gelmiştim. Hemen arabadan indip ve koşmaya başladım. Saat 5'i geçiyordu, içimdeki son umut ışığı da sönmek üzereydi.

Tekyön'ün sokağının başındaydım, aşağıya doğru yardırmaya başladım. Hala kalabalıktı, hala insanlar vardı. Kapının etrafında kimse yoktu. Sağa sola baktım, kimseyi göremedim. Belki içeridedir diye düşünüp hemen daldım. Işığım sönüyordu, insan sayısı azalmıştı ama yine de kalabalıktı. Yüzleri incelemeye çalışıyordum. Alt kata baktım, tuvalete baktım, üst kata çıkıp oraya da baktım. Yok, yok, yok! Lanet olsun diye kendi kendime sövüp duruyordum.

Zaten burada olmasını beklemek saçmaydı. Sadece merak ettiği için gelmişti, tabi ki de bu kadar uzun kalması anlamsız olurdu. Hayal kırıklığı ile bardan dışarı çıktım. Üzgündüm. Hislerime güveniyordum, yanılmış olamazdım. Karma oyun oynamıştı. Gidip arabada uyumak, unutmak istedim. Adımlarımı yokuşa doğru atmaya başladım.

Azıcık yürümüştüm de bir parmak sırtıma dokundu. Yavaşça arkamı döndüm veeeeeeee.... İşte karşımdaydı! Gözlerimi ovaladım, evet evet buradaydı. Yanında da bir kız vardı. İstanbul'daki en samimi arkadaşıymış. Umutlarımın tükendiği bir vakitte onu böyle karşımda görünce hemen sarıldım, sonra ne yaptığımı anlayınca kendimi çektim. Böyle aniden gittiğim için şaşırmış, ama beklemeye karar vermiş. 2 arkadaşı da hemen birilerini bulup ayrılmış zaten benle tanışmadan önce, tek başına kalınca da ne yapacağını bilememiş. Kalmaya karar verdiği için de bir çözüm yolu düşünmüş. Hemen en yakın kız arkadaşına telefon etmiş ve buraya gelmesini söylemiş. Beşiktaş'ta oturan arkadaşı ailesi evden uyurken giyinmiş, çıkmış ve Taksim'e gelmiş. 

Kız arkadaşı olan Selin "Beraber seni bekleyelim dedik. Hiç canımız sıkılmadı, bana seni de anlattı ama tahmin edersin ki uzun uzun bahsedemedi" dedi. Beraber gülüyorduk. Lanet olsun, bir insana gülme bu kadar mı yakışır? Yüzünde gamzesi var, gel de bu adamı sevme! Daha sonra belinde de olduğunu öğrenecektim ehehe :)

Birden uykum açıldı, sonra hemen Sinem'i evine bıraktık. Bu sefer ki eve bırakma olayında hiç şikayetçi değildim. Daha sonra Hakan'la hemen telefonlarımızı aldık, yetmedi Facebook ve Twitter da verildi. Ne olur ne olmaz diye Sinem'in bilgilerini de almıştım. Kahvaltı yaptık, yürüdük, beraber esneyip durduk. Ama en önemlisi konuştuk, konuştuk ve daha çok konuştuk. En kısa zamanda yeniden görüşmek için birbirimize söz verdik (Zaten ertesi gün sabahın köründe kahvaltı için buluşmuştuk)

En son ayrılırken sarıldım. Sıcacıktı, içime güven aşılıyordu sanki... Genelde odun bir insan olduğum halde onun yanındayken kendimi güvende, neşeli, mutlu, esprili, eğlenceli, güçlü ve huzurlu hissettim. İlk kez tanışıyorduk ve ben bu duyguları hissedebilmiştim. Demek ki doğruymuş, demek ki gerçekten de böyle şeyler oluyormuş. Eve dönüş yolunda radyodaki şarkılara bağıra bağıra eşlik ettim.

Sonunda yatağıma kavuştuğumda uyku öncesi yaptığım son şey ona mesaj atmak oldu.

"Bugünü unutmayacağım"

Hemen cevap geldi..

"Ben de... Bak bu da kanıtı..."

Mesajına fotoğraf da eklemiş. İlk konuştuğumuz yere o günün tarihini yazıp fotoğrafını çekmiş. 

Sonra da mışıl mışıl uyku moduna geçerken son düşündüğüm şey "hislerim doğru söylüyormuş" oldu.

Not: Hayatımdaki en güzel günlerden birini yazdım bu yazıda. Hayatımın sonuna kadar da güzel duygularla hatırlayacağım bir gün olmuştu benim için. Sadece başlangıç bu daha. Devamında iyisiyle kötüsüyle bir sürü güzel olaylar oldu. Heyecanlı bir ilişkiydi bizimkisi, adrenalini boldu. İleriki yazılarla o olaylara da sıra gelecek. Ama şunu söyleyebilirim ki, hayatım boyunca Hakan gibi biriyle bir daha karşılaşabilir miyim bilmiyorum. Çünkü o gerçekten farklı. Çok farklı...